Fırıncı abi'den Hatıralar (1953’te Üstad ile Hatıraları)
Efendim saatimiz bir noktaya geldi. Dün bana bir hatıra sormuşlardı. Ben de onu anlatmayı bu güne tehir etmiştim. Gerçi biraz uzadı ama o hatırayı anlatayım.
Samsun Mahkemesine Celp Kararı
Hz. Üstadımız İstanbul’da 1953’te Çarşamba Draman’daki o malum evde bulunuyorlar. Sungur abi de Samsun’da hapishanede.
Emirdağı’nda Üstadımıza kendini bilmez bir astsubayın yaptığı hakareti anlatan bir mektup Sungur abi Ankara’da iken onun eline geçiyor. O da Samsun’da Büyük Cihat gazetesinden Hüseyin Yücel‘e danışıyor, Ona gönderiyor. Onlar da “işte dindarlara yapılan dehşetli zulüm” diye manşetten veriyorlar. Ve Hüseyin Yüceli ve Sungur abiyi tevkif ediyorlar. Mahkeme devam ediyor. Hz. Üstadımızı da mahkemeye davet ediyorlar.
Emirdağ’ında sorguda bir ifade veriyor. Onda “Mahkemeyi Eskişehir’e naklederseniz ben gelebilirim. Yoksa orası çok uzak. Sağlık durumum müsait değil, gelemem” diye talepte bulunuyor. Neticede Üstadımız İstanbul’a teşrif ettiler ve burada iken yeniden bir daha istinaf yoluyla davet geldi ve İstanbul Sorgu Hakimliğinde yeniden ifade verdi. Çok şiddetli bir ifade idi. Emirdağ lahikasında var. Sonraki celsede yeniden bir davetiye daha geldi. Bu defa Üstadımız gitmeye karar vermiş.
Üstad’ın Mehmet Fırıncı Ağabeyi Risalelerin Tab ve Neşriyat İşiyle Vazifelendirmesi
03.03-04:05
Bir gün saat 10:00’da beni davet ettiler “Üstadımız seni çağırıyor” diye. Her gün gidiyorum da umumiyetle öğleden sonra gidiyorum. Biraz da “Ne haldir?” diye gittim. Baktım Üstadımızı biraz telaşeli gibi gördüm. Dedi:
- Muhammed Fırıncı kardeşim, buradaki her şeyi sana bırakıyoruz. Biz Samsun’a gideceğiz.
Bu kadar ihzariye ile davet edilmesi orada bir tevkifatla karşılanacağı ihtimalini gündeme getirdiği anlaşılıyor.
04:05-05:55
- Burada her şeyi sana bırakıyoruz ve Samsun’a gideceğiz. Dolayısıyla burada gerekeni sen yapacaksın.
Ben tabi, kitap paketleme, gönderme işlerinde Muhsin ağabey bizi istihdam etti- Allah rahmet etsin, geçenlerde Berlin’de vefat etti.- Netice, onları biliyoruz da fakat teksir makinaları, daktilolar, ve onları kullanma ve diğer işlerini (risaleleri yayına hazırlama, vb.) hiç bilemediğim için Üstadım’dan
- Üstadım, ben paketleme, ciltçiye götürme, getirme, onları yaparım. Ama bu makine işlerini ben yapamam. Özür dilerim, yani hakkınızı helal edin. Beni bunlardan affedin. Bunlar mesuliyetli işler.
Üstadımız,
- Sen yaparsın, dedi.
Allah Allah! Öyle büyük bir mesuliyet, manevi sorumluluk olacak ki üzerimde.
Sonra yolculuğun nasıl olacağı konuşuldu: Karadan mı? Denizden mi? Yani otobüsle mi, trenle mi gidilsin, şeklinde. Fakat Muhsin ağabeyin Samsun’a gitmenin doğru olmayacağı hususunda çok kanaati var.
05:55-07:55
Konuşmalar böylece devam ederken ben araya girdim gene:
- Üstadım, ben yapabilsem, itiraz etmem. Ama ben beceremem. Onun için “ben yapamam” dedim. Yani gene “yapamam” demek istiyorum.
- “Sen yaparsın” diye Üstad böyle üstüne basarak söyledi.
Ben hayretler içerisinde kaldım. Ben Hazreti Üstad’a itiraz ediyorum. Üstadımız bana böyle şiddetle ihtar ediyor. Böyle müthiş bir halet içinde kaldım. Ama ben de hakikaten beceremem o işleri. Hazreti Üstadımız da böyle emrediyor. Beş-on dakika gibi epey bir zaman geçti. Ve gene itiraz ettim. Şu anda bile o halet-i ruhiyeyi hissediyorum. Ben tekrar:
- Üstadım, ben hakikaten yapabilecek olsam bir şey demem, ama …
Üstad çok şiddetli bir üslupla tekrar
- Sen YAPARSIN! diye söyledi bana.
Allah, Allah. Artık yapacak bir şey kalmadı. Sustuk. Fakat tam bu esnada bir gelişmeler oldu.
Harp Okulu Talebelerini Milli Mücadeleye Katılmaya Teşvik Etmesi
"Refik Edebali, emekli binbaşı. Bu zat daha önce anlatmıştı. "Milli mücadeleye harb okulu talebeleri iştirak edecek mi etmeyecek mi" diye aralarında ihtilaf çıkmış. Refik bey de Bitlisli. "Üstad bizim hemşehrimiz ona soralım. O alim, ne derse öyle yapalım" diyor. İttifak ediyorlar ve 3 kişilik bir heyet halinde Üstad’la görüşmeye gidiyorlar. Sultanahmet'te kılınan cuma namazından sonra- köşede cami vardı, Sultan Bayezit caddesinin kenarında. Onun alt tarafında çay bahçeleri vardı. Orada- Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ediyorlar.
Refik bey, Üstad hazretlerine soruyor: "Biz Ankara'ya mı gidelim milli mücadeleye katılalım yoksa yoksa buradaki idareye mi tabi olalım?Siz ne dersiniz?" Üstad, "hepiniz Ankara'ya gidin" diye cevap veriyor. Harb okulu talebelerinin Üstadın tavsiyesi ile Ankara'ya gittiğini her zaman anlatırdı. Allah rahmet eylesin.
“Seyahat Edemez” Raporunun Alınması
Emekli Binbaşı Refik Edebali bey geldi. Doktor Sadullah Bey geldi. Derken, “Seyahat edemez diye bir raporu yeniden alalım” diye bir fikir gündeme geldi. Ve öyle yapıldı. Ve hakikaten, o zaman Yukarı Guraba, (Bezm-i Alem’e de Aşağı Guraba derlerdi ) şimdi Çapa denilen o tam teşekküllü hastaneye gidildi ve oradan “Ne karadan, ne havadan ne denizden yolculuk yapamaz” diye rapor alınıp gönderildi. Ve mahkemenin celp teşebbüsü akim kaldı ve elhamdülillah gitmedi. Sonra Zübeyir abiler geldiler. O kısım uzun.
Elhasıl. Hz. Üstad’ın “Sen yaparsın” vazifelendirmesi halen devam ediyor. Altmış yetmiş sene oldu, o vazifeyi hakikaten hala yapıyoruz. Demek ki o cahilane itirazım yersizmiş. Üstadımız gibi büyük zatlar emretti miydi, “baş üstüne, emriniz olur, yerine getiririm” demek lazımmış, ama ben cehaletimden Üstad’a üç defa böyle hiddetle söylettirmişim. Ama bir cihetten de güzel olmuş. Ve halen devam ediyoruz. Elhamdullah. Ömrümüz de azaldı herhalde. İnşaallah, ebedi saadette Üstad’la beraber oluruz.
Sübhane Rabbena ve Rabb-il İzzeti amma yesifun ve selamun alel murselin velhamdulillahi Rabbil alemin.
Youtube