Fırıncı abi'den Dersler/Hatıralar (22. Söz / 9. Lem’a)
13:25. dakikadan itibaren hatıratı dinleyebilirsiniz.
1953’te Hz. Üstadımız İstanbul’da bulunduğu zaman Fatih’teki o evde[1] şu mektup telif edildi. (mektubu okuyup) Bunun üzerine de birkaç kelam edelim.
بسمه سبحانه
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ ﺍَﺑَﺪًﺍ ﺩَﺍﺋِﻤًﺎ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Hem geçmiş, hem gelecek, hem maddî, hem manevî bayramlarınızı ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canımla tebrik ve ettiğiniz ibadet ve duaların makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden bütün ruh u canımızla niyaz edip, isteyip, o mübarek dualara âmîn deriz.
Sâniyen: Hem çok defa manevî, hem çok cihetlerden ehemmiyetli iki suallerine mahrem cevab vermeye mecbur oldum.
BİRİNCİ SUALLERİ: Ne için eskiden hürriyetin başında siyasetle hararetle meşgul oluyordun? Bu kırk seneye yakındır ki, bütün bütün terk ettin?
Elcevab: Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan: "Selâmet-i millet için ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir." diye; bütün nev'-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun sû'-i istimalinden neş'et ettiğini kat'iyyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok sû'-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû'-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harab etti. Risale-i Nur bu hakikatı bazı mecmua ve müdafaatta ispat ettiği için onlara havale ediyorum.
İşte beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karşı Arş-ı Âzam'dan gelen Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da şu âyet ifade ediyor:
ﻭَ ﻟﺎَ ﺗَﺰِﺭُ ﻭَﺍﺯِﺭَﺓٌ ﻭِﺯْﺭَ ﺍُﺧْﺮٰﻯ ٭ ﻣَﻦْ ﻗَﺘَﻞَ ﻧَﻔْﺴًﺎ ﺑِﻐَﻴْﺮِ ﻧَﻔْﺲٍ ﺍَﻭْ ﻓَﺴَﺎﺩٍ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻓَﻜَﺎَﻧَّﻤَﺎ ﻗَﺘَﻞَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱَ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ
Yani bu iki âyet, bu esası ders veriyor ki: "Bir adamın cinayetiyle başkalar mes'ul olmaz. Hem bir masum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki, o başka mes'eledir." diye hakikî adalet-i beşeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilatını da Risale-i Nur'a havale ediyorum.
İKİNCİ SUAL: Sen eskiden şarktaki bedevi aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan "mimsiz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevab: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, bîçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur'an’ın kanun-u esasîsi
ﻟَﻴْﺲَ ﻟِـﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌٰﻰ ٭ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻭَ ﺍﺷْﺮَﺑُﻮﺍ ﻭَ ﻟﺎَ ﺗُﺴْﺮِﻓُﻮﺍ
ferman-ı esasîsiyle, "beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir." diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim:
BİRİNCİSİ: Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcâtını tedarik etmeyen on adetten ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazırası sû'-i istimalât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcetlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'an'ın kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti!
İKİNCİ NÜKTE: Bu medeniyet-i hâzıranın hârikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısmı insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ: Risale-i Nur'daki "Nur Anahtarı"nın dediği gibi, "radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz malayani şeylere sarf edildiğinden, tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kısım hârika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir-ikisi zarurî ihtiyacata sarfedilmeye mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup, israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o bîçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi ediyor. Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri hasta etmiş. Sû'-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla; intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdit ediyor. Bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'ân-ı Hakîm'in dörtyüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, i'dam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân'ın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!
ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
(Emirdağ Lahikası-2)
Devlet Hoca Efendiyi (Üstad Said Nursi) Muhafaza Etmekle Mükellef
Evet bu mektup İstanbul'da Fatih'te yazıldı. O zaman Emniyet C grubu amiri Besim Bey Üstadı ziyarete geldi. Emniyet mensupları her gün kahvehanede oturuyorlar, beni çağırıyorlar, benimle konuşuyorlar gelen gidenlerle alakalı. Ben de “siz niye bana soruyorsunuz Hoca Efendi buradayken?” Onlar da; ‘seninle konuşuyoruz biz bunları rapor olarak yazıyoruz. Devlet hoca efendiyi muhafaza etmekle mükellef; onun için biz burada koruma memuru olarak vazife görüyoruz’ diye. Hatta Hz. Üstada bunu anlattım. Üstad dedi; doğru söylüyorlar beni korumakla mükellefler. Bana bir şey olsa böyle olur (ellerini ters-düz yaparak).
Emniyetteki İnsaflı Âmir, Besim Bey
Netice; yani o vesileyle demek ki bu konuşmalardan sonra C grubu âmiri Besim Bey Üstadı ziyarete geldi. Hz. Üstad bu mektubu ona okutturdu. Orada Zübeyir ağabey ve diğer ağabeyler de vardı. (Yani herhalde bu bahsi biraz uzunca parça parça anlatacağız.) O adam dinleyince -o adam insaflı bir insanmış- dedi: “Hocam burada sadece biz okuduk, biz dinledik bunun bilinmesi lazım, bu mektubun neşredilmesi lazım”. Üstad dedi: “Al neşret.” Hakikaten bir suretini aldı ve gitti emniyetin teksir makinasında beş yüz tane teksir etti bize getirdi. Biz onları nur talebelerine dağıttık. Emniyete bu kadar insaflı, hakikaten hoş bir zat vardı. Allah rahmet etsin hepsine, Üstadımıza da.
Mezkûr mektubun son kısmı şu esnada beşeriyetin içinde bulunduğu duruma işaret ediyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'an-ı Hakîm'in dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını ve ölümü, i'dam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!
Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri hasta etmiş. Sû'-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisad ve kanaat esasını bozup, israf ve hırs ve tama'ı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o bîçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi' ediyor.
Elhasıl bu kitap, Nur Çeşmesi, Esas ismi Asa-yı Musa’dan Akan Nur Çeşmesi. Bunun hazırlanmasına vasıta olan, sebep olan meseleleri gelecek derste anlatmayı düşünüyorum.
[1] Bahsi geçen ev Mehmed Fırıncı Ağabey’in Fatih ilçesinin Çarşamba semtindeki evidir. Üstad Hazretleri bu evde üç ay ikamet etmiştir.
Youtube