“Nursi bir köprüdür” Prof. Dr. Mustafa Tuna-Duke Üniversitesi-ABD
12. Bediüzzaman Sempozyumu'nda konuşan Prof. Dr. Mustafa Tuna, Said Nursi hakkında:
Nursi, İslam'ın köklü entelektüel ve manevi gelenekleri ile modernitenin seküler dünyası arasında sahip olduğumuz ve bu geleneklerin yol gösterici ışığını kaybetmemeye çalışırken bazen kendimizi kaybettiğimiz ender köprülerden biridir. Nursi bir köprüdür, çünkü ayakları İslam geleneğine sıkı sıkıya bağlıdır ve elleri bugün bildiğimiz dünyayı şekillendiren bilgi külliyatını ustaca kavrar.
Dedi ve konuşmasında şu başlıklara değindi:
Kuran, zamanın üstünde bir kitaptır. Zamandan aridir
Nursi'ye rehberlik ve ilham için başvurduğumuz ve her ikisini de bulduğumuz yer burasıdır, çünkü belki de o, Kuran'ı anlamak için gösterdiği yoğun çabada tüm gerçek rehberliğin ve ilhamın nihai kaynağına dönmüştür. Kuran, zamanın üstünde bir kitaptır. Zamandan aridir, çünkü zaman dahil her şeyi yaratanın sözü olduğu için kozmik realiteyi mutlak bir hikmetle tahlil eder ve problemlerini en asli, en temel seviyede çözer. Olaylar, karakterler, güç dengeleri, zevkler, tercihler vesaire değişir; gelirler ve giderler. Ancak temeller kozmik gerçekliği destekleyen ana sütun olarak kalır. Bu nedenle, diğer her şey zaman nehrinde unutulmaya yüz tutmasına rağmen, Kuran her konuya güncel bakar ve hak olarak devam eder. Ve belki de Bediüzzaman Said Nursi, Kuran'a tamamen açık bir akılla yöneldiği için, koşulların kirinden etkilenmediği için, insanlığın içinde bulunduğu durumu tarif eden konuların özüne de inmiştir.
Neden o bilge şair Sadi, insanın “bir damla kan ve yüz bin bela” olduğunu söyledi?
İnsanı, en aşağıların en aşağısına indiren, ahsen-i takvime yükselten şeydir. Alemdeki diğer tüm canlıların aksine, insanın sabit bir durağı yoktur. Bunun yerine, iyi ve kötü, faydalı ve zararlı, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış arasında seçim yapmak için kullandığı kısmi bir iradeye, bir cüz-i ihtiyârîye sahiptir. Pusula gibi iyiyi, faydalıyı, güzeli ve hakkı işaret eden bir vicdanı vardır, ama aynı zamanda kötülüğü emreden bir nefsi yani nefs-i emmâresi vardır ki, onu kötülüğe sevk eder. Ve tüm bunları çözecek, amellerinin sonuçlarını yargılayacak bir zekası var. Adem'den (A.S.) bu yana, oğullarının ve kızlarının birçoğu aklın pusulasını kaybettiler, bu yüzden onu sonuçları yargılamak için değil, zahiri sebeplere hizmet eden nefs-i emmare hizmetinde yani anlık olarak onu cezbeden, baştan çıkaran her şeyi elde etme yolunda kullandılar...
İşte o çözümü bulduğumuz yer de imandır…
İman, Nursi'nin deyimiyle, hakikatin bu heybetli sarayında ışıkları açan, böylece aklın, hakikati olduğu gibi görmesini ve yargılamasını sağlayan nur anahtarıdır, ama daha da önemlisi, aynı zamanda nefis kendi gerçeğiyle yüz yüze gelir ve ona her zaman aradığı gerçek hazzın, acısız hazzın ancak ve ancak bozulmamış vicdan pusulasının gösterdiği şeyde elde edilebileceğini gösterir... Bireysel düzeyde, ancak imanla, insan Rabbine olan uzun yolculuğunun gerçekliğini kavrayabilir ve bu nedenle, görünüşte bir yok oluşla karşı karşıya kalırken, aynı zamanda sonsuz hazzı istemek gibi temel çıkmazdan kurtulabilir. Ve toplumsal düzeyde, ancak imanla, Mutlak Kudret Sahibi ile buluşur ve böylece bu dünyada ve ahirette önemli olan her şeyi yok etmeye çalışan insanlığın kollektif nefs-i emmaresinin ayartmalarını engeller.